Devlet,
99 depreminden sonra inşaat yönetmeliğini değiştirdi.
Adına
“depreme dayanıklı” dedikleri bu yeni yönetmeliğe ve yapılan zemin etüdlerine göre belediyeler imar durumu belirledi.
Mimarlar mühendisler,
bu imar durumu ve “dempreme dayanıklı” yönetmeliğe göre
beşer, onar, yirmişer, otuzar… katlı projeler çizdi.
Belediyeler projelere yapı ruhsatı kesti.
Bakanlık ve belediyeler, inşaatların,
“depreme dayanıklı” olarak çizilen projelere ve ilgili yapı ruhsatına uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetlemek üzere “yapı denetim” bürolarını yetkilendirip görevlendirdi.
Müteahhitler,
proje aşamasından, halk arasında “oturma raporu” diye bilinen yapı kullanım belgesi aşamasına kadar,
inşaatın her kademesinde bakanlık, belediye ve yapı denetim büroları tarafından sıkı bir denetimden geçirilen binalar inşa etti.
Sonuç!!!
10 şehir haritadan silindi.
Nerdeyse tüm binaları yıkılan 10 şehirde,
15 milyon insan enkaz altında can pazarı yaşarken,
ne devlet,
ne belediyeler,
ne mimar mühendis odaları,
ne üniversiteler,
ne yapı denetim büroları sorumluluk kabul etti.
“Depreme dayanıklı” diyerek projelendirdiler,
ruhsat verdiler, imalatının her aşamasına yetkili merci olarak karar verip,
denetleyip konrol ettiler.
Hepsi yıkıldı.
Ancak hiçbir merci sorumluluk almadı.
Sorumlu tutulmadı.
Depremde yıkılana kadar,
“depreme dayanıklı” olduğunu onayladıkları için oturma raporu verdiler.
Elektrik, su ve doğalgaz bağlayarak iskana açtılar.
Hepsi yıkıldı.
Tüm fatura müteahhitlere kesildi.
Kamuoyunda oluşan tepkiyi bastırmak için cadı avı başlatılıp, müteahhitler günah keçisi yapıldı.
……….
28 yıldır inşaat sektöründe faaliyet gösteriyorum.
Yüzlerce müteahhit firmanın binlerce şantiyesine beton tedarik eden biri olarak şunu söylüyorum.
Hiçbir müteahhit betondan ve demirden çalamaz.
Çalmaz demiyorum.
Çalamaz diyorum.
Bu konudaki denetim mekanizması son derece katı kurallara bağlı.
Sürecin hiçbir aşaması müteahhit firma yada şahısların vicdanına yada tercihine göre değiştilemez, belirlenemez.
İnşatta kullanılacak beton miktarı, dayanım sınıfı,
demir miktarı ve çapları,
kalıp ve demir işçilikleri,
bakanlık,
belediyeler ve
yapı denetim firmaları tarafından çok sıkı bir şekilde denetlenir ve raporlanır.
Bu raporlar hem ilgili belediyelere hem bakanlığa iletilir.
Beton dayanımları ve demir testlerinin projede öngörülen değerlerin %0,5 dahi altında olmasına bile tolerans gösterilmez inşaat derhal durdurulur.
Hatalı yada kusurlu imalat projeye uygun olarak düzeltilmediği sorun giderilmediği sürece, inşaatta herhangi bir imalata izin verilmez.
Sürecin bu kadar katı kurallara bağlı olduğunu bildikleri halde,
başta bakanlık ve belediyeler olmak üzere yetkili mercilerin, on şehrimizdeki binlerce binanın yıkılmasında hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi susmaları,
tüm faturanın müteahhitlere kesilmesi ne adilir ne vicdani.
Daha da kötü olan ve bizleri gelecekte bekleyen esas tehlike şudur.
Yıkımın gerçek nedeni tespit edilmediği,
deprem yönetmeliğimiz yeniden inşa edilip yapı mantığımız sil baştan oluşturulmadığı sürece,
Japonya örneğinde olduğu gibi daha esnek daha hafif daha dayanıklı malzeme ve tasarımlar yerine beton ve demirde ısrar ettigimiz sürece, “depreme dayanıklı” raporu verdiğimiz, ama ilk depremde yıkılan
ağır ve kırılgan tabutlar yapmaya devam ederiz.
Kaç bina yıkılınca, kaç şehir haritadan silinince kaç insan ölünce,
müteahitleri hapse atmanın sorunu çözmediğini anlayıp çareyi bilimde arayacağız?
Makale: H.turhal
haber:inthaber.com